Fakülte Yılları

Hayatın içinde hepimizin unutamadığı geçmişe dair anıları vardır. Çoğu zaman traji komik anılardır. bunlar. Bir çok kişinin okul anıları, bazılarının da asker anılarıdır geçmişten günümüze unutamadıkları. Bende bu anılar daha çok okul yıllarına ait. Fakülte hayatımı ailemden uzak, farklı bir şehirde geçirdiğim için anılarım da daha çok arkadaşlarla aile olmaya dair. Şaban karakterini çok sevmemizin nedeni, onun düştüğü saflıklara ve sakarlıklara zaman zaman hepimizin düşmesi. Bu bizi karaktere yakınlaştırıyor, bizden kılıyor.

Öğrencilik yıllarımda aynı evde üç kişi kalırdık. Ev arkadaşlarımdan birinin ailesi yurtdışında yaşıyordu ve annesi oğluna çok düşkündü. Hangi anne düşkün değildir ki zaten. Buradaki annemiz biraz fazlaca da evhamlı. Ev olarak yemeğe biraz düşkünüz, uğraşıyoruz falan yemek üzerinde. Yap makarna geç durumlarını biraz aşmışız. Kış günü bizimkilerden biri canım patlıcan istedi dedi. Bol etli yapalım diye de ekledi. Tamam yapalım da patlıcan zamanı değil. Neyse market denen esnaf düşmanı, ama biz tüketicilerin sevdiği mekanlar var. Tabii üç kişilik ev halkı için sekiz kişinin doyacağı malzeme alma gafletini bir yana koyarsak, en büyük yıkım bizim için yemeğin ağırlığı oldu. Yemeği yapmayı üstlenen arkadaşım patlıcanları kızarttığı yağı yemekte kullandığı için, biz bir zamanlar çok bilinen yağ reklamındaki gibi havalanmayı bırakın sandalyeye çöktük. Ah o gece keşke sadece sandalyeye çöktüğümüzle kalsaymışız. Ev arkadaşımızı karın ağrısıyla götürdüğümüz üniversite bünyesindeki doktor gastrit derken biz arkadaşımızı apandisiti patlamadan ameliyata zor yetiştirdik. Ancak elimizde sevk kağıdı olmadan gittiğimiz devlet hastanesi sorun çıkartınca, gastrit uzmanı demekte artık sakınca görmediğim üniversite doktoruna arkadaşımızın fotoğrafını göstererek doğru teşhisini hatırlattık. Bu sırrı paylaşmayacağımızı, ondan sadece sevk kağıdı istediğimizi de ekleyerek . Tabii bizi kırmayarak gastrit teşhisini apandisit şüphesi olarak, hastaneye sevkedilmesi gerektiğine hükmederek değiştirdi.





Ameliyat başladı, tabii ailesine haber vermedik. Devlet hastanesinde görevli şu anda adını hatırlayamadığım doktorun ameliyattan çıkıp biz öğrencilerden bıçak parası isteyip, karşılığını alamayacağını anlayınca bari gideyim arkadaşınızın karnını dikeyim dediğini de unutamıyorum. Ameliyat kısmını atlattık, ama hastane mikrobunu kaptı arkadaşımız. Hala ailesi bilmiyor biz uzun bir süredir hastanedeyiz. Üç kişiyiz ya, bir kişi refakatçi kalıyor, eve gidendiğer kişi, üç kişinin ödevini yapıyor. Günler günleri kovalıyor, arkadaşımız eriyor, iyileşme belirtisi yok, gün günden kötüye gidiyor. Annesi merak etmesin diye sedyeyle telefon  etmek üzere ankesöre götürüyoruz. Çevremizdeki herkesi susturuyoruz. Bir keresinde genel doktor anonsu yapıldı, telefondan duyulmasın diye yaptığımız numaraların, maskaralıkların izahı yok. Telefon edebildik mi yirmi dört saat yırttık demekti, cep telefonu daha kullanımda değil o yıllarda. Dolayısıyla hiç birimizde yok. Hastalanan arkadaşımız zaten zayıftı, on beş kilo verdi. Hastane, ödev derken biz de yıldık. 

Bir gün elektronik dersi hocamız, hasta arkadaşımız derse gelmezse, onu dersten bırakacağım dedi. Bu sefer teşkilatı abarttık. Diren ve serum ile hastaneden kaçırıp, derse getirdik. Hastane okul yakındı. Biz yolda üç kişi, biri diren ve serumlu yürüyoruz. Herkes bize bakıyor. Hoca inanınca hemen hastaneye dönün dedi. Tabii bu arada bir sebepten dolayı sanırım rapor alıp götürmeyi de akıl edemiyoruz, çok genciz. O gün bende ders nöbeti var. Okuşldan bir arkadaşla eve dönüyorum. Sınav haftası başlıyor, ödevler üç kişilik. Arkadaşımız eriyor, ailesi bilmiyor. Üzerimizdeki stres ve yük inanılmaz. Tam eve geliyorum, hasta arkadaşımın odasının ışığının yandığını görüyorum. Kapattığımıza eminim. Aşağıdan odasında gölge görünce korkup hemen yakındaki bir kaç arkadaşımın evine gidiyorum. Semt öğrenci semti. Her apartmanda bir çok dairesi öğrenci evi olan bir sitede oturuyoruz. Biz üç beş kişi sopa vb. aletlerle bizim eve gidip kapıyı açıyoruz. İçeri girince ev kapkaranlık, açık lamba falan yok. Bir arkadaşım refakatçi arkadaşımın odasına girince eve hırsız girmiş, dağıtmış burayı diye bağırıyor. Hemen koşuyoruz tabii, öğrenci evinde para edecek tek varlığımız olan otuz yedi ekran tüplü televizyonumuz dışında neyimizi çalacaklarsa. Ben girince durumu anlayıp rahatlıyorum. Çünkü oda arkadaşımın her zamanki dağınıklığından başka bir şey ifade etmiyor odanın durumu. Gölge peki diyorum, sinirlerim bozuk ve çok yorgunum. Arkadaşlarıma, birini gördüm cidden diyorum. Aşağı inip aynı açıdan bakıyoruz, yine lamba yanıyor. Sonra biri farkediyor, oğlum orası sizin ev değil ki deyince çok gülüyoruz. Meğersem yan yana olan apartmanlar bizi yanıltıyormuş.

Ertesi gün benim refakatçi günüm. Malum odada bizden başka hasta ve refakatçiler de var. Bir amcam var, hastanede her kaldığım gün başucunda kavanozda tuttuğu safra kesesi taşlarını gururla gösteriyor tekrar tekrar. Meğersem diğer arkadaşıma da, odaya giren herkese de gösteriyormuş. Vücudundan çıkan beş altı adet taş parçası en önemli malvarlığı o günlerde o hastane odasında. Sonra bir hasta geliyor, narkozdan yeni yeni çıkıyor. Ayılmış yoğun bakımda, ama hala sayıklıyor. Guatr ameliyatı oldum , beni zatürre yaptılar diye. Anlıyorum ki bu yeni oda arkadaşımız ameliyathanenin soğukluğundan muzdarip olmuş. Sonraki günlerde yakın arkadaş oluyoruz. Bir başka nöbetimde sandalyede uyumuşum, odadaki yataklar dolu o akşam. Alpay abi bana sesleniyor. Kalk diyor, acilde olay var gidip bakalım eğleniriz biraz diyor. Abi yapma diyorum, insanlar endişelidir, ne eğlencesi diyorum. Ama Alpay abi her olayda eğlenecek bir yan buluyor ve esprileri öldürüyor. Önce bir amca getiriyorlar, Alpay abi ne oldu amcaya diyor bıyık altından gülerek. Bal yemiş amca, ilk kez bal yiyenin acile kaldırıldığına şahit oluyorum. Bir yemek kaşığı bal yemiş, ağır gelmiş. Meğerse yediği acı bal türündenmiş, kestane balı. Çok yenmezmiş. Sonra bir  intihar vakası, ardından bir mahalle kavgası. Hala kavga ediyorlar, ortalıkta çığlıklar yumruklar birbirine girmiş. Kadınlar saç saça, baş başa. Gürültü bundanmış meğerse.  Biz bal yiyen amcaya biraz gülerek, çok da eğlenemeden odaya dönüyoruz. Alpay abi durur mu canım döner çekti, çıkıp yiyelim diyor. Abi sen hastasın nereye çıkıyoruz akşamın bu saatinde diyorum, et döner yapan bir yer biliyorum diyor. Bende refakatçı önlüğü var, seni nasıl çıkaracağız demeye kalmadan, safra kesesi taşlarıyla gururlu amcanın uykuya dalan eşinin refakatçı önlüğünü izin almaya gerek duymadan giyiyor Alpay abi. Onun nedense hiç refakatçısı olmadı, sormadım hiç niye yok diye. İhtiyacı da yoktu, biz vardık. Gerçi o hastadan çok refakatçı gibi davranıyordu. 

Bizim hasta erimeye devam ediyordu bu esnada. Bir gün Alpay abi bu böyle olmaz çocuklar dedi muhabbet ederken ender görülen ciddi bir tavırla. Bu çocuk hasta, kötüleşiyor. Ailesine haber verin, çıkartın burdan dedi. Doğru söylüyordu söylemesine de, doktora sorduğumuzda çıkmasına izin vermedi. Nasıl yapacaktık, kendisinin de fikrini aldık. Buradan bir an önce gitmek istiyordu. O gün ziyaretçi saatinde bir kaç arkadaşımız daha geldi, mühendis adayları oturup beyin fırtınası yaptık kaçışa dair.  Öncelikle eve gidecektik, ailesine telefonla konuyu münasip bir dille anlatacaktı. Bir kere okula kaçtık gözler üzerimizde nasıl çıkacağız. Bir arkadaşımız hastane malzemelerini temin eden firmada part time şoförlük yapıyor.du Onun malzeme getirdiği gün, onun minibüsüyle kaçacağız, planı yaptık. Plan işledi, eve geldik. Uçak biletini aldık, biri karşılamalı orada. Babasını arayıp vücutta gereksiz bir parça vardı onu aldılar diye anlattı durumu ve annemi endişelendirme geliyorum , karşılayın dediğinde on sekiz kilo vermişti.  Babası vücuttaki bu gereksiz parça esprisini anlamadı önce. Sonra detaylı anlattı bizimki. Kilo vermekten yüzü çökmüştü, kemikleri rahatlıkla sayılabiliyordu.  Biz o gün evde kaldık, sabah erkenden hastaneye döndöğümüzde karşılaştığımız servis hemşiresi bize siz kaçmadınız mı, biz kaçtınız diye bilgi verdik dediler. Güldük, hiç öyle şey yapar mıyız, banyo ihtiyacı falan vardı dedik. İki gün sonra öğle saatlerinde aynı araçla kaçıp uçağa bindireceğiz. Aslında kaçmak demeyelim, zaten para ödemeyeceğiz. %100 sigortalı yatıyoruz, bizimki izinsiz taburcu olma durumu. Hem onların da işine gelecek, yoksa hastane mikrobundan daha kötüsü gelecek başlarına. Kazan-kazan durumu var aslında ortada. Dua ediyorlar izinsiz gidelim diye. En sonunda  arkadaşımızı bindirip gönderdik ailesinin sıcak yuvasına.

Kahve içerken aradı, vardığını bildirdi. Nefes aldık, çok şükür. Annesi oğlunu havaalanında o kadar zayıflamış görünce bayılmış. Sonra yurt dışında  tekrar ameliyat olmuş, Kendine gelmiş, kilo almış,  ancak son dokunuş tektrar memleketimizde üniversite hastanesine nasip olmuş. Yazın İzmir' e uğradığında anlatmıştı detayları birlikte kahve içerken. Fermuarlı yapsalardı açmak kolay olurdu esprisiyle uzun uzun güldük. Yıllar geçip gidiyor.

Yorumlar

  1. Vay be... Aktı gitti okurken. Arkadaşına bir şey oldu mu diye düşündüm en çok. Neyse ki iyiymiş... Hastaneler eksik olmasın, ama aratmasın da. Artık insan kime güvenecek bu devirde, anlamıyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne hasta olalım ne de hastanesiz kalalım. Allah herkese şifalar versin. Şehir küçük olunca arkadaşlığa dair daha çok hikayeler oluyor okul yıllarında.

      Sil
  2. Çok şükür arkadaşınız iyi oldu,sizin sayenizde..Ne güzel bir arkadaşlık dayanışması,ne güzel bir arkadaşlık hikayesi..Emeğinize sağlık..✔🙂

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Küçük bir katkımız bile olsa ne mutlu insana dair. Öğrencilik yıllarında, uzak şehirde arkadaştan öte kardeş oluyorsunuz. Ateşlenseniz yanınızda arkadaşınız oluyor, aileden uzakta.

      Sil
  3. Hey gidi yıllar heyyy diyesi geliyor insanın değil mi?
    Üniversitedeyken evim tam ege ünv hastanesinin karşısındaydı... Kulakları çınlasın bir arkadaşım vardı, her acil nöbetinde giderdim yanına... İlginç bir yer acil... Farklı bir ritmi var...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizim eve çok yakınmışsın, ben hükümet konağına yakın oturuyorum doğduğumdan beri. Kesinlikle acının yoğun olduğu ortam, hayatın tezatlıkları içinde bir o kadar da hareketli ve ilginç sahnelere gebe. Allah kapısında olan herkese şifa versin.

      Sil
  4. Dayanışma çok güzel. Arkadaşınızın iyileşmesine de sevindim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, ev arkadaşlığı aile olmayı gerektirir.

      Sil
  5. Amma maceralı olmuş :) Gülümsedim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yıllar geçse de unutulmuyor, epey maceralıydı.

      Sil
  6. Sanırım yakın yıllarda üniversitede okumuşuz. Yazınız çok ilginçti. Okurken güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim . Arkadaşınızın iyi olması sevindirici tabii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yıllardı, sonunda olumlu bitmesi tatlı bir anı olarak geride kalmasını sağladı. Yorumunuz için çok teşekkür ederim.

      Sil
  7. arkadaşınızın iyi olmasına sevindim gerçekten zor. Ama doktora takıldı kafam "bari gideyim de dikeyim" ne demek? patchwork battaniye mi bu -.-

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, inanın böyle dedi hipokrat yemini etmiş doktorumuz.

      Sil
  8. Vaow ne hikayeydi ya. Benimde boyle universite hikayeleri var. Hanya’yi Konya’yi gordugumuz gunler.. cok guzel yazi olmus :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir gün okuyalım derim o hikayeleri de. Teşekkürler..

      Sil
  9. ne patlıcanmış yaaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sorma valla, ne zaman patlıcan yesem gülerim hala.

      Sil
  10. Ö_ö
    Neler dönmüs, neler!

    YanıtlaSil
  11. Ah o üniversite yılları... Unutamıyorum o günleri... Bu arada bundan sonra patlıcan yerken sizin bu yazınız aklıma gelecek :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar