Pazar Telaşının Sakinliği

Sakin, sakinlikten öte çok sıcak bir pazar günü. Film izliyoruz klimalı odanın bize sunduğu konforda. Dünyada geçirdiğim zamanlar çoğaldıkça geçmiş günleri anma alışkanlığım arttı. Bunun getirdiği sonuç. hemen çocukluğumun pazarları geldi aklıma. Onlar da sıkıcıydı ama, daha telaşlıydı. Düşündükçe yoruldum.

Ben oldum olası sabahları geç kalkamam zaten, tatil günü falan da farketmez. Çocukluğumda da böyleydi zaten.  Ben uyanır uyanmaz, salona koşar babamın getirdiği gazetelerden yerel olanının spor sayfasına bakardım dağıtmadan. Babam gazetelerin dağıtılmasına kızardı. Kahvaltı sonrasını falan bekleyemez Altay haberlerine bakardım. Hele cumartesi maç oynanmış ve biz kazandıysak, o ne keyiftir bilemezsiniz. Hangi futbolcu oynamış, kaç yıldız almış. Babam okuduktan sonra haberin resmini bile keserdim. Maç o gün oynanacaksa, kaçta, bilet ne kadar bilgilerine bakardım. Büyük bir olasılıkla giderdim zaten maça. Deplasmanda ise maç, radyo vardı. Radyodan canlı anlatılırdı o yıllarda maçlar. Ses kesilip, farklı bir stada bağlanıldığında gol olduğunu anlardık. O kısa zamanda Altay atmış olsun diye dua ederdim. Hızlı gazete bakışında sonra sırayı kahvaltı alırdı, kahvaltı sonrası gazete okuma aktivitesine kaldığı yerden devam ederdim. Rahmetli babam her sabah en az  dört gazete alırdı eve ve sabahları epey bir zaman ailece gazete okurduk. Hatta yaşım biraz büyüyünce kendime aldığım gazetelerim de oldu. Bizim evde gazete okumak  bir ritüel gibiydi, din gibi maneviyat duygusu verirdi bana. Okuma alışkanlığını çok küçük yaşlarda kazanmamda babam da ilkokul öğretmenim kadar etkin rol oynamıştı gazete alışkanlığıyla. Spor haberlerinden sonra en çok köşe yazılarını severdim. 3. sayfa yoktu benim için, o sayfayı atlardım.


Pazar telaşına dönelim. Bir kere pazara gidilirdi. Hiç sevmezdim pazar mevzuunu. Sanırım ben kalabalıktan hoşlanmıyordum, derdim buydu. Şu anda da pazara erken gideyim isterim. İnsanlar henüz uyurken. Aslında insanı severim, muhabbet etmeyi de severim. Ancak sayıca çoğalıp bir araya geldiklerinde seslere katlanamıyorum. Bir de ayağıma pazar arabaları çok çarpardı, küçüğüm canım yanardı. Ayrıca annemim alışverişte ince eleyip sık dokuması da sıkardı beni. Keyifli yanı ise elma şekeri idi. Her pazara gittiğimizde elma şekeri alırdım, ya da horoz şekeri. Annemin bana sus payı olsa gerek. O ne kadar sus payı verse de söylenerek onu daha çok yorardım. Bu upuzun aktivite pazarımı yeteri kadar baltalardı zaten. Ağır pazar arabasını merdivensiz apartmanımızın üçüncü katına çıkardığımızda, hele de yaz ise mevsim, ben zaten bitap düşmüş olurdum o genç yaşımda. Annem nasıl ayakta kalıyorsa artık, pazardan aldıklarımızı yerleştirir bir de yemek yapardı üstüne.



Maç varsa çıkardım maça gitmek üzere evden, yoksa televizyon seyrederdim yemek pişene kadar. Acıktım mı yok ondan değil, yemek pişecek de babaanneme götüreceğim diye beklerdim. Babaannem -Allah rahmet eylesin - yemek falan yapmazdı, iki gelini vardı, pişirdikleri yemekten koyup gönderirlerdi. O da hangi yemeği yemek isterse onu yerdi. Ben yemek götürünce babaannemin oynadığı toto kuponuna bakardım.  Babaannem farklıydı, mesela bizi maça götürürdü, ya da tüm aileyi toplar, dolmuş kiralar denize götürürdü. Spor Toto oynardı, tutttururdu üstelik. Hem de rastgele değil ben maç isimlerini okurdum o da tahminini işaretletirdi bana. Ertesi güne ödevim yoksa, sokakta top oynardım. Ben apartmanların o zavallı esir çocuklarındandım. Ana caddede oturuyorduk. Babaannemin oturduğu mahalle benim esaretimden kurtulduğum alanımdı. Zaten orayı kendi mahallem görür, mahalle maçlarında oranın takımında top oynardım. 

Telaş biter mi, bitmez tabii, ne maçtan ne de  babaanneden dönmek farketmiyor. Günlerden pazar sözümona tatil günü.  Pazar akşamlarının en itici töreni  banyo prosesi olurdu benim çocukluğumun evlerinde. Öyle her an duşa girmek falan yoktu o yıllarda. Haftanın banyo günleri olurdu, biri kesin pazar günüydü o günlerin. Ertesi gün haftanın ilk iş günü, ilk okul günü malum. Termosifon diye bir aletimiz vardı, yakıt adı verilen bir yakacak kullanırdık. Ne yaratıcı isimmiş, şimdi düşününce "yakıt". Bakkalda satılırdı bu yakıt, koyu renk bir torba içinde. Babam beni ya da abimi yakıt almaya gönderince anlardım sırayla banyoya girme zamanının geldiğini. Banyo yemekten önce olurdu, çünkü yemekten sonra banyo yapmanın risk olduğu gerçeğine o yıllarda da önem verilirdi. Herkes sırayla banyo yaptıktan sonra yemek yenilirdi. Yemek ailece yenilirdi, aynı masada. Şimdiki gibi odama getir falan yoktu, ya da ben sonra yiyeceğim. Zaten telaş bitmezdi, sonrası falan yoktu işlerin. Sonrası bulaşık zamanıydı. Baba denilen şahıslar o yıllarda tüm aileyi birlikte görmek isterdi. Günümüzün babası, ben mesela birarada yemeyi isterim de sonucu değiştirebilme sertliğinde değil mizacım. 

Biraz ödev zamanı derken, "İpek Yolu" isimli belgesel başlardı. İpek Yolu' nu severdim de sabrımı zorlardı. Belgeseller hep ilgimi çekmesine rağmen, arkasından spor programı başlayacağı için bana bir türlü bitmek bilmez gibi gelirdi. Sabrımı en çok bu programın süresi zorlamıştır çocukluğumda. Spor özetleri sonrası uyurdum, saat epey de geç olurdu. Hep İpek Yolu yüzünden. Gördünüz mü hep telaş, hep farklı bir konu vardı pazarlarımızda. Pazar Konseri' nin tamamını bile izleyemezdim pazar yoğunluğunda.

Şimdiki pazarlar mı, bir kere telaş yok. Gazete okunsa da o kadar uzun sürmüyor, haberlere daha çok internetten bakılıyor. Pazara gitmek yerini , benim de tercihimdir, günlük  tüketim market alışverişine bıraktı. Yemek pişirme öyle büyük bir telaş da değil bugünlerde. Maçlar radyodan dinlenmiyor artık, akşam saatlerinde evinizde kahvemiz çayımızla sakin sakin TV platformlarından izliyoruz. Banyo mu her gün yapabilmenin kolaylığını yaşıyoruz günümüzde. Ne büyük kolaylık, giriyorsun musluğu açıyorsun sıcak su. Yakıt falan istemiyor. Tüm gün bilgisayar başında oturabiliyor çocuklar. Mahalle, top, pazar kavramları yok onlar için, üzücü. Telaş yok, yorgunluk yok, enerji harcamak yok, emek yok. Artıları var, eksileri var. En çok da endişe verici. Sonuç mu pazarlar daha sakin, daha dinlenmeye uygun. Ancak hala yarın okul var, iş var. Hala itici.





Makinelerimiz var, bulaşıkları da o yıkıyor. Zaman daha çok bizim. Kahve içmeye daha çok zamanımız var artık.



Resim Kaynak: Google Resimler
Video Kaynak:  Youtube

Yorumlar

Popüler Yayınlar