Yarım Kalan

Gecenin sessizliğinde adımlarını hızlandırarak yürüyordu karanlık, ıssız sokaklardan geçerken. Kaçar gibiydi, derdi sokaklar da insanlar da değildi, kendinden kaçıyordu. İnsanlar çoktan çekilmişlerdi huzur buldukları evlerine. Biraz düşünme ihtiyacı mı, huzura kavuşamamanın derin yalnızlığı mı, yolu uzuyordu. Belki de kavuşamadığı huzur için yolu bilerek uzatıyordu bu akşam. Uzaktan tekel bayiinin soluk ışığını gördü. Sigara aldı, yanında iki bira. Alır almaz yaktı sigarasını, derin bir nefes çekti içine. Bir süre oturacak yer aradı çevresinde, yorulmuştu. Biraz düşünmek istedi gecenin sessizliğinde. Gitmenin derin pişmanlığında, varamıyordu gelmek istediğine. Gitmemeliydim o partiye bu akşam diyordu sürekli kendine, birasını yudumlarken. 

Gün  farklı başlayacağını sabah uyandığında aydınlanırken göstermişti aslında. Haftanın son iş gününün neşesiyle uyandığında kahvesini hazırlamıştı. Bir süre balkonda günü hissetmek istemişti, işe gitmek için zamanı vardı henüz. Telefonunu eline aldığında eski arkadaşlarından gelen mesajı okudu, akşam bir davet vardı. İlgisini çekmişti, bir an içinden gelir mi diye geçirdi. Yok gelmez dedi, hem başka bir ülkede yeni hayat kurduğunu duymuştu. İşe gitmeliydi artık. Yoğun geçen iş gündeminde unutmuştu bile bunu. Tam çıkarken tekrar bir mesaj gördü, yer ve saat bildirimi idi. 

Sakin yaşamı bir kaç yıl önce oldukça sarsıntılı bir dönemden geçmişti, herkes tarafından imrenilen evliliği bitmişti. Oysa ne emek vermişlerdi bu yuvayı kurana kadar. Çocukları olsun çok istemişlerdi, ama kısmet olmamıştı. Şimdi düşününce, çok şükür olmamış diyordu. Biliyordu ki en çok çocuklar üzülürdü ayrılıklara. Tıpkı kendi ailesinin ayrıldığında, dünyanın başına yıkıldığını hissettiği gibi. Oysa ne doğaldır insanların birlikte yaşamaya karar vermeleri gibi ayrılmayı seçmeleri. Çocukların dünyasında hayatın doğal akışı farklı hisler yaratıyor. Ailesi boşanmaya karar verdiğinde henüz lisede bile değildi. Annesi ile denizin karşı kıyısına taşınmışlardı. Çocukluktan ergenliğe iki farklı kültürün etkisinde girmişti. İlk günler çok zordu, yeni arkadaşlarına kendini kabul ettirebilmenin sancılarını yaşıyordu her gün. Annesinin derin buhranına üzülüyordu öte yandan. 

Anna' yı gördüğünde delikanlı olmanın ilk acısını hissetmişti yüreğinin yabancılığında. Korkuyordu, hem de çok korkuyordu. Ayrılıkla sonuçlanacak bir birliktelik istemiyordu, her yaklaştığında yüreğine babasının annesine bağıran sesini duyuyor ve uzaklaşıyordu yanından Anna' nın. Anna da anlam veremiyordu bu gitmelere. Bir gün aniden bıraktı kendini aşka, daha fazla dayanamayıp yenik düşmüştü aşk oyununa. Türk babanın kızıydı Anna, annesi Yunan. Bilindik Ege hikayelerinden bir başkasıydı. Babasının ailesi istememişti annesini. Babası aşkının peşinden gelmişti, iki yakanın meyvesiydi. Çok mutluydular, tüm mutluluklar gibi bir gün sonu vardı. Bazen olaylar bazen de ölüm ayırır mutlulukları. Bir gün geldi yanına biz gidiyoruz dedi ağlayarak. Dedesi ölmüştü ve babası artık dönmek istiyordu ana yurduna, bencilce. Yarım kalmıştı yine Harun.

Eve ağlayarak döndüğünde annesi, annelik dürtüsüyle sıyrılmıştı kendi yıkınıtılarından, oğlunun yaralarını sarmaya çalışıyordu. Bir süre devam etti bu durum, annesi dayanamadı kalk biz de dönüyoruz dedi oğluna bir akşam. Yollar bitmiyordu, bıraktığı gibi bulacağını düşünürken. Oysa ki yaşam farklı akıyordu bu yakada da karşı yakada da. Biten sadece lise değildi, duygular da değişime yenilmişti. Kolay olmadı bulmak sevdiceğini, bulduğunda ise bıraktığı değildi. Uzaktan izliyordu Anna' nın mutluluğunu. Ortak arkadaşları vardı, sıkça karşılaşır olmuşlardı ve sadece bir merhabaydı Anna için Harun artık. Yıllar, okullar bitti. Anna tekrar gitti, bu kez başka bir ülkeye. Orada evlendiğini duydu bir arkadaşından.

Ayça' ya derin bir saygı duymuştu ilk tanıştıklarından itibaren. Hep duygularında eksik vardı bakışlarına yansıyan. Geçmişten gelen yara hiç kapanmadı. Defalarca ayrılıp, tekrar birleştiler sudan sebeplerle. Oysa gerçek neden, açıklanamayan neden hep aynıydı. Olaylarla, ayrılıklarla, kavuşmalarla dolu  yılların ardından evlenmişlerdi. Saygının sevgiye yetemediği yılları oldu birlikte. Olmayınca olmuyordu, son tartışmaları sonun da habercisiydi, bitti. Oysa aşkını temize çekmişti Ayça ile, olmamıştı. Hayatın, yüklerini acımacısızca ardı ardına yaşatmasının sonucuydu aynı günlerde annesini kaybetmesi. Yapayalnız kalmıştı, gecenin karanlığında bir kendi bir de annesinin oturduğu boş sandalye kalmıştı geriye. 




Arkadaşlarına partide sarıldığında son zamanlarda kendini en iyi hissettiği anlardı. Özlemişti geçmişini, sarıldığı geçmişiydi aslında. Sohbetler hep güzel anlara dairdi. İnsan unutur en kötü anılarını, hatırlamak istediği mutlu anlarıdır ve onları hatırlar.  Ta ki yıllardan sonra Anna' yı tekrar görene kadar, yüreğinde hissttiği derin bir sızıydı artık. Güzelliğinden hiç bir şey kaybetmemiş, aksine yıllar onu daha da güzelleştirmişti. Mutlu görünüyordu, onun mutluluğu mutsuzluğu olmuştu o an Harun' un. Elbette mutlu olmasını istiyordu, çelişkiler  bırakmıyordu yakasını. Anna Harun' u eşiyle tanıştırdığında, son kez bakabilmişti Anna' ya. Boğazına bir yumru oturmuştu. Son bakış ve hızlıca uzaklaştı oradan, yokluğunu kimseye hissettirmeden. Şimdi oturmuş bir parkta sigarasını içiyordu. Birazdan boş sandalyenin karanlığına gidecek ve yalnızlığına içmeye devam edecekti.

Sabah içtiği keyif kahvesinin telvesi içinin karanlığını yaşatıyordu şu an sigaranın ziftinde. 


Yorumlar

Popüler Yayınlar