Akşamın Getirdiği

Yorucu bir gündü... Televizyon karşısında telefonumla oynuyordum zil çaldığında. Aslında uyukluyordum da bir yandan. Yorgunluk bazen insanın karar vermesini de güçleştiriyor. Yıllar önce bir televizyon tiplemesi vardı, aynı zamanda birbiriyle tezat işleri yapmak isteyen. İşte tam iç dünyamda o duyguların yaşandığı anlardı. Artık yönetici değilim diye mırıldanarak açtım kapıyı.

Elinde çantasıyla bir genç vardı eşiğin öte yanında, telaşlı konuşuyordu, henüz acemi olduğu vücut dilinden anlaşılıyordu. Bir zamanlar satış mühendisiyken epey bir eğitim almıştım bu konuda.  Temiz giyimli, temiz yüzlü, eğitimliyim hissi veren bir gençti. Eliyle de dört işareti yaparak, öğrenci olduğunu, müsaitsem dört soru soracağını söyledi, sesi titreyerek. Ah be kardeşim ne kadar gizlesen de her halin ben satıcıyım diyor. Kıyamadım, Öğrencilere kıyamıyorum ben. Bilmem oğlum büyüdükçe o sınıfa yaklaşıyor belki ondan, belki benim de bir zamanlar öğrenci olmuşluğumdur kökünde yatan bu zaafımın. Sorular diş sağlığından gittiğine göre, satılan da diş macunu mu diye düşünüyordum. Çok dikkatli cevaplar verdiğimi söyleyemem, hatta günde dişinizi kaç kere fırçalarsanız sorusuna verdiğim üç cevabına, öğrenci kardeşimin tepkisi doktorlar iki kez öneriyor, ne güzel siz üç kere fırçalıyorsunuz oldu. Anlasana be kardeşim, seni dinlerken küçük bir tahmin oyunu oynuyorum içimden, dalgınlığım ondan, yoksa doğru cevap değil verdiğim. Sonra bir soru daha, diş fırçamı yenileme sıklığım, üçe alıştım ya, düşünmeye bile gerek duymadan üç demişim yine, üç dediğimi de onun cevabından anlıyorum. doktorlar da üç ay öneriyormuş. Tahminlerim diş fırçasına döndü, hayırlısı. Sayının dört mü beş mi olduğunu bilemediğim saçma sorulardan sonra esas meseleye geldik. Tanıtımını yaptı, anlattıklarıyla ben hiç ilgilenmedim ta başından  beri, kapıyı açtığımda, hatta öğrenci olduğunu söylediğinde almaya karar vermiştim zaten, her ne satıyorsa.

Yerime döndüğümde öğrenciliğim geldi aklıma, satış yapmadım hiç. Anketör olmayı düşünmüştük bir kere. Bazı mühendislik fakültesi öğrencilerinin kaderidir hemcinsleriyle okumak. Anlaşılır bu tipler kampüste, gariban dururlar, utangaçtırlar ve genelde hiç bir işletmecinin sevmeyeceği bir arkadaş grupları vardır. O yüzden sosyalleşmek isteseler mekan bulamazlar bunu gerçekleştirecek. Evde kalan bu arkadaşların en büyük eğlencesi, kader arkadaşlarıyla anlamsız kağıt oyunları oynamaktır. Olsun varsın millet eğlensin sevdiceğiyle, bu arkadaşlar okeye dönerler yalnızlıklarında. Okulun ilk günleri batak oynuyoruz, mekansızlıktan evdeyiz. Kaderimizi değiştirmek istiyoruz da imkanlar sınırlı. Sonra aklımıza gelmişti anketör olup kız öğrencilerin evlerini tespit edip, bahaneyle tanışmak. Gerçi fikirde kaldı bizim anketörlük, hiç denemedik. En acı yanı ise biz tam bunu düşünürken, zil çaldı. Nerden bilecektik ki açtığımızda traji-komik hikayemizle yüzleşeceğimizi. Hiç tanımadığımız iki öğrenci çaresizliğin son sınırında, "abi sizin apartmanda kız öğrenci varmış, hangi dairede oturuyorlar biliyor musunuz" dedikleri anda çizmişlerdi bizim bölümde okuyanların durumunu. Güldüm, geçmiş güldürüyor.

Zil çaldı, arkadaş ne zilmiş be, bugün tavan yaptı. İki bıcırık kızımız gelmiş. Üst kattaki ikiz kızlarımız, bize sıcacık börek getirmişler. Kokuya bak, mis. Rejim, boşver rejimi. Kahvem de sıcak, börek de geldi. Yorgunluk gitti bile, dinlendim...



Yorumlar

Popüler Yayınlar