Bir İlişi Hikayesi-2
Evin önündeki, tamamen otlarla
örtünmüş sadece bir insanın inebileceği patika yoldan iniyoruz. Benim yılan
endişemi artıracak türden tüm şartlar olgunlaşmış. Bu yoldan iniyoruz güzel de bunun
bir de geri çıkması var Hele eşimin 1 hafta sürmesini planladığımız tatil için
hazırladığı, 3 haftalık eşyayı içine tıkıştırmayı başardığı, anlam veremediğim valizlerle
bu yokuşu çıkmak bana kendimi ciğer hastası gibi hissettirmişken. Askerdeki
gibi tek sıra düzenle devam eden yolculuğumuz bitiyor ve köyün camisine
varıyoruz.
Cami, alıştığımız camilerden farklı. Köyün genel mimarisine uyum sağlar bir yapıda. İsmi çok hoşuma gidiyor, Cumayanı Cami. İnsanların akşam ve yatsı namazlarında ayı korkusu yüzünden camiye gitmeye korktuklarını duyunca yeni bir problemim
daha oldu, ayı. Aslında daha önceden duyduğum, Kastamonu’ da meşhur bir söz vardır, “ Taş
düşebülü, ayı çıkabülü. Meğerse köyün en önemli problemi ayıymış. Köyün önemli
bir geçim kaynağı da arıcılık. Ayılar pek haksız sayılmaz yani. Bal demişken,
bal değerli, epey pahalı. En önemli özelliği bal tatlı değil, bildiğin acı. Bu
balı biraz fazla kaçırırsanız hastanelik olabilirsiniz.
Caminin hemen
yakınında once yeni okul, daha sonra ise artık kullanılmayan eski okul karşılıyor. Camları kırılmış, biraz bakımsız ama bakanlık tarafından tarihi
eser kapsamında koruma altına alınmış köyün eski okulu. Bir gerçek vardır biri
bir cam kırarsa ve o cam onarılmazsa, bir sure sonra tüm camlar kırılacaktır. Ardından o bölge güvensiz hale gelecek ve suç unsuru olacaktır. Gerçi burası, nüfusu oldukça azalmış, ancak yazları ailelerin özellikle İstanbul’ dan
gelmesiyle artan bir yerleşim birimi. Suç unsurlarının barınacağını sanmıyorum,
zira herkes birbirini tanıyor.
Okuldan içeri girdiğimizde gıcırdayan tahtalar bakımsızlığın resmini çiziyor bize. Okulun zili Hafize anayı anımsatıyor bana. Hababam sınıfının çekildiği okul da epey eski bir okuldu. Nedense o çağrışımı yapıyor bana. Okul içinde çocuklar oyun oynuyor, aslında bana çok da güvenli gelmiyor, gıcırdayan tahtalar. Çocuklarla sohbet ediyorum, İstanbul' dan gelmişler. bu bölge insanı en çok İstanbul' a göçmüş. Özellikle eski rum yerleşkesi Fatih, Balat ve Anadolu yakasında Ümraniye yeni yuvaları olmuş umuda yelken açanların. Yelken diyorum, çünkü burda eskiden en önemli geçim kaynağı gemicilikmiş. Hatta camide eski gemicileri anlatan kitapçık bile dağıtıyorlar ücretsiz yayın olarak. Epey bir sayı gemi şehidi de var bu köyün. O yüzden ahşap işçiliği çok göz alıcı.
Sınıflara giriyoruz, günümüzde yerini akıllı tahtalara bırakan yeşil tahta ve tebeşir anılarımızı tazeliyor. Okul yıllarıma, siyah önlüğüme dönüyorum. Bazı şeyler çok değişmiyor zamanla ve mekanla. Tahtada isimler, ilan-ı aşklar karşılıyor bizi. Üç bölmeli tahtayı ilk kez burda görüyorum, açıkçası amacını bilmiyorum ama ilginç olduğunu söyleyebilirim. Okuldan anılar tazelenmiş bir halde çıkıyoruz.
Cumayanı
Köprüsü, caminin hemen karşısında yer alan köprü kestane kütüklerinden inşa
edilmiş üstü kapalı bir köprü. Köprünün ne zaman yapıldığını bilmiyorum, ancak
yıllara meydan okuduğu aşikar. Bizim yaya olarak gideceğimiz İlişi çarşı yolu
üzerinde. Altından geçen derenin sesi huzur verici. Hemen yanında oldukça yaşlı
bir ağacın altında banklarda oturabilirsiniz. Emin olun ömrünüz uzar.
Köprüyü
geçince eski, tahta bir bank daha buldum. Burada Ahmet Dedeler, Nazlı nineler
çarşıdan gelirken dinleniyor olmalılar. Kuş seslerine, su sesi karışıyor.
Dallar nazlı gelin gibi sallanıyor asırlık gövdelerde. Her şey o kadar taze ki,
yıpranmışlığınıza kederleniyorsunuz. Burda yaşasam ömrüm ne uzun olur, stress yok,
toplantı yok, bir cümlede bir kaç dil kullandığımız adına şirket jargonu dediğimiz
o tüm saçmalıklar yok. Bizim şirketlerde önemlidir o, bir cümle kuracaksınız ve
o cümle en az iki dilin sözcüklerini barındırmazsa karizmanız çizilir. Biz
onaylamayız, confirm ederiz. Şöyle bir cümle duyarsınız o pırıltılı
koridorlarda “Toplantı salonunu book ettin mi”. Adam işe yeni girmiş ise ne
edeceğini bilemez bir türlü. Hele bir toplantıya girsin ne demek istiyor bunlar diye bir türlü işin içinden çıkamaz garibim.
Hahaha bu köydeki karızma ayuların saldırısıyla çizilir sanırım.
YanıtlaSilDelibalı fazla yemeye gelmez öldürür adamı.
Her şey ne kadar doğal binalar bile doğanın bir parçası.
Büyük şehirlerdeki gibi ucubeler yok
Kesinlikle çizilir :)) Eve alıyoruz köyden, öksürüğe birebir. Delibalı ilk kez İzmit'te hastanede duymuştum, bir amca 2 yemek kaşığı yemiş, acile getirmişlerdi. Bildiğin acı. Çoğu evi köydekiler yapmış zaten. Hepsi gemici köyün. İnşallah tekrar gideriz.
Sil